pexels-photo-1280162-1280162.jpg

İletişimsizlik Manifestosu

Aslıhan K

Sevgili telli turna,

yalvarırım bana haber getirme artık kimseden!

Eskiler anlatırlar uzun uzun, hiçbir şey eskisi gibi değil. Ne insanlar, ne sokaklar, ne duygular, ne dostluklar, ne düşmanlıklar… Evrenin hiç ıskalamayan bir yasası var: Her şey değişir. Zaman, değdiği hiçbir şeyi bulduğu gibi bırakmaz. İnsan, asla değiştiremeyeceği bu diyalektiğin karşısında duramaz, durmamalı. Değişim kabul edilebilir bir olgudur. Peki ya değişmekten kasıt; yok etmek, tüketmek, ruhunu öldürmek ise? Böyle bir değişimi alıp bağrına mı basmalı yoksa kaynar kazana koyup altına ateş mi atmalı? Cevabı bulduğumuzda bir adım daha yaklaşacağız insan olmaya.

İletişim devrinde yaşıyoruz. Kimsenin birbirini doğru düzgün anlamadığı, insanların sürekli ve tekrar tekrar kendilerini ifade etmeye mecbur bırakıldığı, biri- ni anlamak için çaba harcamanın zaman kaybı olarak görüldüğü bir döneme şahitlik ediyoruz ve ne ilginçtir ki bu dönemin adı iletişim devri. Bu ironiyi idrak ede- bilmek için önce iletişim kavramının tanımlanması gerekir. Türk Dil Kurumu’nun büyük Türkçe sözlüğünde şöyle bir tanım yapılıyor: “Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılmasına iletişim denir.” Daha yalın bir ifade ile iletişim; insanın acıktığını, karnının ağrıdığını, aşık olduğunu, terliklerini kaybettiğini, umutlarını, sevinçlerini, üzüntülerini ve hayat yapbozunun bunun gibi milyonlarca parçasını bir başka insana anlatabilmesidir. Peki ger- çekten anlatabiliyor muyuz? Şunu kabul etmekte fayda var, biz insanlar birbirimizle kolay kolay iletişim kura- mıyoruz. Aslına bakarsınız çoğu zaman bunu dert de etmiyoruz kendimize. Çünkü bizi iletişimsizliğin açtığı derin boşluktan kurtaran bir kahramanımız var: Medya! Yirmi birinci yüzyılın kumanda merkezi olduğunu düşündüğüm medya, gün geçtikçe insanları daha fazla etkisi altına alan dev bir güç haline geliyor. Sabah, haya- tı gazetelerden takip eden insanlar gün boyu medyanın kendilerine söylemek istediği ne varsa dinlemek zorun- da kalıyor. Kaçma, kurtulma şansı yok. Şu yadsınamaz bir gerçek ki, ıssız bir adaya ya da bir dağ başına yer- leşmedikçe bugün hiç kimse medyanın kuşatıcı kolla- rından kurtulamaz. Haber alma özgürlüğü cazibesini yitirdi, şimdi haber almama özgürlüğü için savaşma vakti! Zira mevcut koşullarda haber almamak gibi bir seçenek yok insan için. İngiltere prensinin yeni doğan bebeğinin vaftiz töreninden haberdar olmak zorundayız. Çıldırıp karısını öldüren bir adamın mahkemede kravat taktığı için iyi hal indirimi aldığını bilmemiz gerekir. Dünyaca ünlü film yıldızlarının akşam yemeğini nerede yiyeceklerini öğrenmezsek aklımız kalır. Gözü- müze uyku girmez, siyasetçilerin ütopyalarından halka seslendikleri yüksek sesli konuşmalarını dinlemezsek. Uzun sözün kısası, medya bize ne anlatıyorsa arkamıza yaslanıp uslu uslu ona kulak vermek zorundayız. Çünkü birbirimizi çok uzun zaman önce kaybettik ve dünyada yalnız olmadığımızı hissetmek için bir kalabalığa ihtiyacımız var. Medya ise bunun için biçilmiş kaftan. Kimseye günaydın demek zorunda olmadan havadisleri alabiliyoruz medya sayesinde. Çevremizdeki insanları hoyratça tüketmişsek, bir çok yeni insana ulaşabiliyoruz. Eksilenlerin yerine kolayca koyabiliyoruz, yas tutma zahmeti ortadan kalkıveriyor. Üstelik kendimize istediğimiz kadar maske bulabiliyoruz, kimliklerimizi değiştirebiliyoruz. Bizim için tüm bu imkanları sağlayan medya, bize hem haber alma özgürlüğü veriyor, dünyaya açılan gözlerimiz oluyor; hem de elimizden kendimizle kalma özgürlüğümüzü alıyor, gerçeklerimizin yerine kendi kurgusunu koyuyor.

İnsanlar her gün televizyon dizilerinde izledikleri, varlığını bir senaristin hayal gücünden alan mükemmel karakterler ve kendi benlikleri arasında kalıyorlar. Kendi gerçeklerinden uzaklaştıkça belki de asla gelmeyecek kurgu bir geleceğin peşinde sürüklenip gidiyorlar. Sürekli tüketmek gerektiğinin altını çizen; durmadan, düşünmeden, sorgulamadan al ve tüket diye bas bas bağıran; size ne yemeniz, ne içmeniz, ne giymeniz, nereye gitmeniz gerektiğini söyleyip duran ve insanları adına moda denen şatafatlı yalanlarla oradan oraya sürükleyen reklamlardan söz etmiyorum bile. Bir de elden düşürülmeyen telefonlar ve insanları asosyalliğe iten vazgeçilmez sosyal medya bağımlılığı var. İnsan bütün bir gününü hiç tanımadığı insanların ortalığa saçıp döktüğü gerçek veya kurmaca hayatının satır aralarında gezinerek harcayabiliyor. Hiç kimsenin kafasını telefonundan kaldırıp da birbirinin gözüne bakma zahmetinde bulunmadığı sohbet meclisleri(!) de yabancı gelmiyor kulağa. Gelelim can alıcı soruya: Medya mı insanın avcunun içinde, yoksa insan mı medyanın? İsviçreli bilim adamları bu konuda ne söyler bilmiyorum ama kimse kandırmasın kendini! Biz birbirimizi kaybet- tik ve bu paradoksun içinde rastlayabileceğimiz en son şey, iletişim.

Sevgili telli turna! Biliyorum bana söylemek iste- diklerin var. İpek mendillere sarıp getirdiğin mutlu haberler var sevdiklerimden. Kanatlarına yük ettiğin kurşundan daha ağır üzüntüler var. Burnunun direklerini sızlatan başlangıçsız özlemler var. Biliyorum zengin bir kentte zamanın en ihtişamlı balosu oluyor şimdi. Başka bir yerde savaş var, insanlar ölüyor. Bir çocuk kimsesiz kaldı dünyanın bir yerinde şu an, evladını kay- betti başka bir yerde bir anne. Ama sen sus, söyleme. Çünkü şu an hiçbiri umurumda değil ve ben en ufak bir haber dahi almak istemiyorum hayattan. İnsanların birbirini, gözlerinin içine bakıp dinlemeyi hatırlayacağı güne kadar feragat ediyorum haber alma özgürlüğüm- den. Tüm kamuoyuna ve medya kuruluşlarına ithafımdır: Gelin yeniden düşünelim.